Dolar 32,5948
Euro 34,7845
Altın 2.497,31
BİST 9.524,59
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Muğla 13°C
Hafif Yağmurlu
Muğla
13°C
Hafif Yağmurlu
Cts 18°C
Paz 19°C
Pts 23°C
Sal 22°C

ÖLÜMÜNÜN 700. YILINDA YUNUS EMRE

ÖLÜMÜNÜN 700. YILINDA YUNUS EMRE
REKLAM ALANI
Mayıs 11, 2021 4:14 pm | Son Güncellenme: Mayıs 11, 2021 5:05 pm
1.166
A+
A-

ÖLÜMÜNÜN 700. YIL DÖNÜMÜNDE YUNUS EMRE

“ilim ilim bilmektir

ilim kendin bilmektir

Sen kendini bilmezsin

Ya nice okumaktır. “

 

13. yy’da Türk alemi siyasi, sosyal, iktisadi krizlerle çalkalanmaktaydı. Bilhassa Moğol istilası, Selçuklu sarayındaki taht kavgaları, İran kökenli birtakım vezirlerin baskısı ve isyanlarla sosyal düzen temelinden sarsılmış, halk tutunacak bir dal arıyordu. Bu da ruhlarda tasavvuf ihtiyacını doğuruyordu. Moğol İstilası Horasan, Harezm ve Türkistan’da artık yaşama imkanı bulamayan birçok şair, mutasavvuf ve sanatkarı Selçuklu hakimiyetindeki Anadolu’ya sürüklemişti. Bu suretle Anadolu’ya gelen bu dervişler ,şeyhler güçlü bir tasavvuf akımı meydana getirmeyi başardılar. Çünkü onlar arayış içindeki insanlara en çok muhtaç oldukları manevi asayiş ve sükunu temin ediyordu. Ancak Anadolu’yu yurt yapmış Türkler arasında tasavvufun yayılmasını sadece bu amillerle açıklamak doğru olmaz.Çünkü daha 11. ve 12. Yüzyıllarda Türkistan bozkırlarında dervişlere rastlanıyor, göçebe Türk boylarının İslam’dan önce dini bir kutsiyet verdikleri eski ozanlara benzettikleri bu derviş ve şeyhler epey bir taraftar topluyordu.Bunlar arasında özellikle mutasavvuf Ahmet Yesevi takipçileri Anadoluya kadar gelerek tasavvufi fikirlerin benimsenmesinde etkili olmuşlardır.Yine o dönemde Türklerle meskun Maveraünnehir, Harezm ve Horasan tasavvufun Anadolu’dan önceki en güçlü merkezleriydi. Oğuz boyları Anadolu’ya buralardan geçerek geliyorlar, ister istemez etkileniyorlardı. Dolayısıyla Anadolu’ya göç eden Türkler tasavvufi fikirlere zaten aşinaydılar.

Orta Asya ve İran’ı kasıp kavuran Moğol İstilası 13. yy başlarında Anadolu’ya doğru yeni bir göç dalgasına sebep olmuştur. Bu ikinci göç dalgasıyla gelenler arasında Yesevi dervişlerinden çok Harezm ve Horasan’dan gelen şeyh ve dervişler göze çarpmaktaydı.” Özellikle Horasan yolu ile İran’dan gelen bu sufiler Anadolu Türkleri üzerinde İran tesirinin büsbütün kuvvetlenmesine neden oldu.” (Fuat Köprülü) Bunlar arasında Mevlana gibi tüm eserlerini farsça veren şairler olduğu gibi Sultan Veled , Gülşehri ve Aşık Paşa gibi Türkçe yazan şairler de çıkmıştır. Ancak İran tasavvuf edebiyatı ekseninde eser veren bu şairlere rağmen Seyyad Hamza gibi Ahmet Yesevi takipçileriyle başlayan halk zevkine uygun tasavvufi halk şiiri 13.yy’da gelişmiş ve Yunus Emre’de en güçlü temsilcisini bulabilmiştir.13.yy’dan sonra İran etkisindeki halka uzak tasavvuf edebiyatı zayıflayacak, Yunus Emre’nin etkisinde Türk zevkine ve dehasına uygun milli unsurlarla zenginleşmiş güçlü bir tasavvufi halk şiiri gelişecektir.

Yunus Emre’ye kadar göçebe Türkmen boyları arasında milli ve dini hisleri yansıtan canlı bir sözlü edebiyatın varlığı Yunus Emre’nin şiiri ve tarzının bu göçebe boylar arasında çabucak kabul görmesini sağlamıştır.Bu göçebe Türkmenler eski Türk geleneklerini kuvvet ve samimiyetle yaşatıyorlar, Anadolu’nun Türk yurdu haline getirildiği ilk devirde küffarla gaza eden savaşçı dervişlerin, yani alp-erenlerin kahramanlıkları etrafında bir destan edebiyatı meydana getirmişlerdi. İşte bu Alpler Devrinin sözlü ürünlerinin yarattığı kültürel ortam ve edebi çevre Yunus Emre’nin doğumuna kadar İran edebiyatının etkisine rağmen milletin hislerine tercüman olan bir edebiyatın da varlığını korumasını sağlamıştır. Yunus Emre ortaya çıktığı zaman işte böyle bir edebi çevreye yaslanmış ve bu sayede kolayca kabul görmüştür.

Yunus Emre’nin hayatı ve şahsiyeti hakkındaki bilgilere daha çok Bektaşi ananesinde rastlamaktayız. Bektaşi ananesine göre Sakarya çevresinde büyük bir manevi nüfuz kazanmış meşhur bir mutasavvıf olan Taptuk Emre’nin öğrencisi olan Yunus Emre, şeyhinin dergahına kırk yıl dağdan odun taşıyarak hizmet etmiştir. Rivayete göre bir gün Taptuk Emre Yunus’un getirdiği odunlara bakarak hepsinin düz ve kuru olduğunu görünce “Dağda da hiç eğri odun kalmamış mı sorusunu bilmezlikten gelerek sormuş, Yunus da “Dağda eğri odun çok lakin senin kapından odunun bile eğrisi geçemez.” cevabını vermiştir. Yunus asırlardan beri mürşidine tam bir bağlılık göstermek suretiyle en yüksek mertebelere erişen Derviş timsali olarak tanınmıştır. Yunus Emre’nin şiir söylemeye başlaması da yine bu 40 yılın sonunda hocasının Yunus’a dönerek “Haydi! artık zamanı geldi, kilidin açıldı. Hacı Bektaş veli sözü yerine geldi,durma söyle.” demesi üzerine Yunus’un kilidi açılılır ve arifane nutuklar, ilahiler söylemeye başlar.

Yunus Emre’nin hayatı hakkında da tarihi bilgilere ise 16. yüzyıl tarihçilerinden Aşıkpaşazade’nin eserinde görüyoruz. Ancak bu esere de Yunus Emre’nin hayatı etrafında oluşmuş menkıbe ve Bektaşi ananesinden etkiler karıştığı bilinmektedir. Bektaşi menkıbeleri ve çok çeşitli kaynaklardan yapılan araştırmalara göre Yunus Emre’nin 13. yy sonları ile 14. yy başları arasında yaşadığı ve 1321 yılında öldüğü tahmin edilmektedir.

Şiirlerinden ve verilen bilgilerden Yunus Emre’nin Ahmet Yesevi takipçisi dervişlerden ve sadece hocası Taptuk Emre’den değil, Mevlana Celaleddin Rumi ile de temas ettiği ve ondan da etkilendiği anlaşılmaktadır. Şiirlerinde görülen Vahdet-i Vücut vurgusu, aruz vezni ile mesnevi tarzında yazdığı Risalet’ün Nushiyye adlı eseri ve Divan’ındaki kimi şiirleri bunu doğrulamaktadır. Her ne kadar Yunus Emre’nin okuma yazması olmayan bir ümmi olduğu söylense de Mevlana etkisi ve sözünü ettiğimiz eserindeki unsurlar onun iyi eğitim almış biri olduğunu ortaya koymaktadır.

Yunus Emre’nin şiirlerini sözlü olarak dile getirmesi , eserlerinin yaşadığı devirlerden çok sonra yazıya geçirilmesine sebep olmuştur. Yazıya geçirilmiş en eski Yunus Emre şiiri 15. yy’da Türklere esir düşerek Osmanlı hapishanelerinde yatan Mülbahlı adlı bir İtalyan’ın Türk mahkumlardan derleyerek yazıya geçirdiği iki şiirdir. Sadece bu bile Yunus Emre’nin halk arasında ulaştığı tesirin seviyesini ve şiirlerinin yaygınlığını göstermektedir. Bu nedenle Yunus Emre’nin şiirleri her ne kadar sonraki yüzyıllarda bölük pörçük toplanıp yazıya geçirilse de halkın Yunus Emre’ye atfettiği kutsiyet ve geleneğe olan sıkı bağlılık onun şiirlerinin Anadolu’nun bütün şive çeşitliğine rağmen her yerde halk muhayyilesinde yazıldığı zamandaki dil ve içeriği ile nakledilmesini ve bu suretle korunmasını sağlamıştır.

Yunus Emre’nin açtığı çığır Türk tasavvuf edebiyatında etkisini yüzyıllar boyu devam ettirmiş, kullandığı kelime ve anlatım kalıpları mecaz ve semboller Türkçe’nin edebi bir dil olması yolunda edebiyatımız açısından gerçek bir dönüm noktası olmuştur. Şiirleri bestelenerek tekkelerde okunmuş, “Yunus Tarzı” denilen yeni bir edebi yol açılmıştır. Ölümünden sonra Hacı Bayram Veli, Eşrefoğlu Rumi, İbrahim Gülşeni, Aziz mahmut Hüdai, Niyazi-i Mısri, Usuli gibi tekke şiiri temsilcisi Yunus Emre tarzı şiir geleneğini sürdürmüşlerdir.

Yunus Emre’nin halk arasında sevilmesinde ve tutulmasında yetiştiği halk kitlesine alıştıkları bir dil ve ahenkle hitap etmesinin etkisi olmuştur. Yine o dönem Anadolu halkının Yunus Emre’yi daha önceden tanıdığı ve sevdiği Ahmet Yesevi geleneğinin en tanınmış takipçisi saymasının da payı vardır.

“Yunus Emre ilahilerini söylerken hiçbir sanat endişesi duymadan, sırf ruhunu ruhi heyecanlarını, ihtiyaçlarını İlhamlarını terennüm etmiştir. Yunus’u okurken karşımızda sade masum gözleri şefkat ve sevgi dolu bir Derviş’in ilahi bir lisanla terennüm ettiğini duyarız. Ruhunu eski bir tanıdık gibi bize açan bu derviş Hakk’a karşı hitaplarında daima en tabii saffetle ve sadelikle samimiyetle haykırır, ağlar itiraz eder .Onda yapmacıklık, gösteriş yoktur. Yunus en derin ve çetin metafizik meselelerden hayret verici bir basitlik ve açıklıkla söz eder. İslam tasavvufunun en derin inceliklerini hiç bilmeyenler bile Yunus’un ilahilerini okuyunca ruhen o meselelere tanıdık çıkarlar.Çünkü varlığın en derin sırlarını mutlaka kalplerinde duymuşlardır.

İstanbul ve Anadolu’nun fakir ve tenha sokaklarında daha çok akşamları garip hüzünlü bir eda ile söylenen “Yemen İllerinde Veysel Karani” ilahisi, mahalle mektebinin demir parmaklıklı kırık pencerelerinden, tekkelerde ve mevlit meclislerinde özel bestelerle söylenen bir çok sade ve güzel ilahiler Yunus’un halk arasında hala kuvvetle yaşadığını, hala halkın ruhuna hakim olduğunu gösteriyor. Eserlerini 600 seneden beri aşk ve heyecan ile memleketin her tarafında her sınıfa okutan bu adam herhalde milli zevkin pek az rastlanan temsilcilerinden biridir.”* (a.g.e)

Yunus Emre öldükten sonra Anadolu’nun birçok şehrinde Yunus Emre’nin mezarları, makamları yapılmıştır. ”Ölürse tenler ölür, canlar ölesi değil” diyen Yunus’u Anadolu Türk’ü tek bir mezara sığdıramamış, şiirleriyle her gönülde adeta yeniden can ve nefes bulmuştur.

“Biz dünyadan gider olduk kalanlara selam olsun Bizim için hayır dua kılanlara selam olsun”

Miskin Yunus söyler sözü kan yaş ile doldu gözü Bilmeyen ne bilsin bizi bilenlere selam olsun”

Ekrem Gürhan

REKLAM ALANI